MUHACİRLİK


ENSAR-MUHACİRLİK

Bu yazıyı bir öğretim görevlisi ve aynı zamanda bir asker arkadaşımın bir paylaşımından esinlenerek kaleme aldım.

Ben bu konularda fikir yazacak uzmanlık eğitimi almadım. Ancak 53 yıllık ömrümde 33 yıldır ticari hayatta elde ettiğim hayat tecrübesi; bir vesile gittiğim 63 ayrı ülkede edindiğim tecrübeye dayalı olarak anladığım halini yazıya dökmek istedim.

Bunu yaparken de asla kimseye bir fikir vermek veya doğruluk anlamı taşıyacak bir söylem içinde değilim. Sadece sorumlusu olduğum çocuklarıma ve asıl olarak hayatta daha az yanlış yapmaya çalıştığım kendimle konuşarak bir yenilenmeyi amaçladım…

Hiç kimse Türkiye’ye gelen muhacirlerden (Suriye’den ülkemize gelenler bahsediliyor) rahatsız değil. Tarih boyunca yaşanan benzer olayların ve ülkelerin tamamında aslında çok daha yüksek sesler çıkarılmış ve şiddetli itirazlar da ortaya konmuştur. Buna rağmen ülkemizde neredeyse bu bağlamda hiçbir itiraz olmadığı kanaatindeyim. Zira itiraz etmenin felsefesi çok farklı bir durumdur. Konuyu yormamak için bu haliyle itirazın anlamını kapatıyorum. Yapılanlar İşin keyfiyetini düşünerek insanların gelecekle alakalı ailevi ve sosyal yok oluşlardan kaynaklı bazı tarihi vesikalardan dolayı endişe dile getiriliyor. Yani itiraz ile endişe bu şekilde farklılık sergilemektedir. Burada bu durumu dile getirenlerin sayısı da toplumun 80 milyonda 200 kişiye denk bile gelmiyor. Bu itirazların da sebebi bunlardan etkilenerek dile getirilen cılız itirazlar.

Konunun başka bir boyutu da şudur.

Konuya sebep olan paylaşımda dini hassasiyet ile “ENSAR VE MUHACİRLİK” konusuna vurgu yapılarak; kimse rızık endişesiyle buna karşı olunmamasına vurgu yapılıyordu…

Konuya atfedilen muhacirler de, ensar da günümüz muhacir ve ensarı arasında bir benzerliği olmadığı çok az dönemsel ve tarihsel vakaları düşünerek de ulaşabiliriz aslında. Bunu söylerken kimseye mesaj vermiyorum elbette J.
Ama buna bir kapı aralamak için çok basit tarifler yapmaya çalışayım…

1970 lerde başlayan teknolojik gelişmeler; hatta bu konuyu 1958-60 lara kadar çekebiliriz. Dünyanın kapitalizmin etkisi ile tüketen toplum olması, aynı zamanda globalleşmenin de artık dünya genelinde kabul edilerek ortaya çıkması ile artık ülkeler de insanlar da yapısal değişiklik oluştu. Bu değişiklikler genelde “takip edilenlerden” ziyade zaten 200 yıldır bilimsel gidişatta geri kalmanın ortaya koyduğu durumdan dolayı “takip edenler” yani 2. 3. Dünya ülkesi durumunda olan ülkelerde yaşanmıştır.

Burada dinsel ayrımcılık içinde olmayacağım. Bu yanlış olur. O dönem her dinde olan ülkelerde bu değişim yaşanmıştır. Ancak özellikle 2. Dünya savaşından sonra dediğim gibi sanayi devrimi ve teknolojik yenilikler değişimi hızlandırmıştır. İşte burada İslam’ın özünde de olan İnsan hakları, demokrasi, adalet, fikir özgürlüğü, sosyal adalet, eşitlik (aslında İslam literatüründe dile getirilen ve veda hutbesi diye anılan) gibi kavramlar; özellikle dini hassasiyeti farklı algılayan ve belirli bir din taassubuna dayalı kalarak düşünmekten, okumaktan, araştırmaktan da uzak kalarak diğer konuların da birilerine emanet edilerek şahıslara bağlı kalan İslam ülkeleri bu geri kalmışı temsil etmişlerdir.

İşte batı ile doğu arasında başlayan bu ayrışımın temel dayanağı bununla başlamıştır.

Şimdi gelelim bunun günümüze nasıl geldiği ile alakalı felsefesine. Yani konuyu gündeme getirip de itiraz noktasına koyduğumuz yere.

Bir çok alim ve hadisçiler dini kuralların “Mecelle” (kati dini kurallar-farz ibadetler dışında) özellikle içtimai alanlarda güncel (global) gelişmelere göre yeniden tarif edilmesi, reforme edilmesi hususunda tezleri olmuştur.

Bu tezler genellikle dini taassuplarında inatçılık gösterenler bu tür çıkışları “Dinin temelini değiştirmek” gibi yorumlayarak bu tür fikirleri hep haricîlikle suçlanmışlardır. Geçmişte bazı haricilerin din dışı davranışlarının bunda etkisi büyük olmuştur.

Peki, bu fikirleri sunanların dayanağı neydi? Diyorlardı ki; Eğer din (Mecelle) “ben bunu mecelle diye özetliyorum ama tek başına mecelle olarak da sınırlandırılmamalı. Aksi halde bu işin içinden çıkılmaz bir felsefi savaşa döner” bu bağlamda reforme edilmezse Müslümanlar bilimden, sanattan, kültürden ve felsefeden uzaklaşacakları için dünya ile entegrasyon sağlayamazlar. Dolayısıyla bu farklılıklar diğer tarafta düşmanlık olarak tezahür edecek ve toplumsal gelişmişlik sağlanamayacaktır... Bu da siyaseti dinin önüne geçirecek, araçtan çok amaç haline getirecektir. Aynı zamanda mezhep ve fırka ayrılıkları siyasi bir obje olarak dinin önüne geçecektir. Bu durum da dini yozlaştırarak düşünmeyen, okumayan, üretmeyen... bir toplumsal yapılar oluşturacaktır; demişlerdir.
Gelelim güncel örneklere; Pakistan, Hindistan dan ayrıldıktan sonra 1985 lere kadar neredeyse on kat zengin ve bir o kadar bilimde öndeydi. Ne zaman Afgan ve Tacikler iç siyasi gelişmelerden ve çekişmelerden dolayı göçe zorlandılar; bunları günümüz saikleri gibi fetvalarla milyonlarca insanın göç etmesine salık verildi. Bütün o dönemin muhacir (!) lerini komşusu olan din kardeşi Pakistan tarafından kabul edildiler.

Hiçbir temel altyapısı olmayan, kısa, orta, uzun vade planı yapılmadan milyonlarca insanı kabul ettiler. Aralarında zengin ve kültürlü-eğitimli olanlar oradan başka yerlere geçtiler. Ama %95 i Pakistan’da kaldı. Bunun altından kalkamayan Pakistan bugün açlık sefalet ve ilim/eğitimsizlik, hatta bağnazlıkta (batı literatürü veya entelektüel anlamda) had safhada. İslami terörün neredeyse doğum yeri haline geldi.

Ama hayır, bu göç edecekleri planlı bir şekilde her aile için barınma, dil, okul daha sonra iş planı ile yapılabilseydi; bugün süper ülke bile olabilirdi. Gelişmiş ülkelerin tamamı göç alarak (muhacir) neredeyse gelişmişliklerini yeni insan gücü ve enerjisine dayandırarak yapmaktadır. Çünkü eğitim, teknik ve diğer altyapıları sağlanmış halde gelen bu muhacirler o ülkenin hem kalkınmasında hem de entegrasyonunda sorun yaşanmadan sağlanmaktadır.

Hicret hadisesini incelendiğinde Peygamber efendinizin de aynı şeyleri Medine’de hem de 1400 yıl öncesinde yaptığını görülecektir.  Neredeyse her aileyi kardeş, iş ortağı, kültürel ve eğitim seferberliği organize etmiştir. Hatta bölgesel gelenek farklılıklarına bile uyum sağlayacak çalışmalar yaptığını rahatlıkla görebiliriz.

Şimdi Türkiye ile alakalı son gelen “Muhacir” ler ile alakalı bir analiz yapalım mı?

Benim memleketimden başlayalım... K. Maraş.

Terör, hırsızlık hatta dilencilik bile el değiştirdi. Onların mahallesinde bile onlardan habersiz bir şey yapamazsın... Antep, Urfa, Hatay... Oralara girmeyeyim. 

Ahlaksızlığın tarifini yeniden yazmaktadırlar!

İstanbul sokaklarını anlatma yetkisine sahip değilim. Bu tarifi imkânsız bir durum olmuştur.

Kimliği, eğitimi, kültürü, utanma ve diğer hassasiyetleri olmayan ve buna da imkân sağlanamayacak disiplinsizlik içinde yaşayan insanların özgürlüğü için bu gün Tokatlı, Çorumlu, Anadolulu vatan aşkıyla yanan çocuklarımız şehit oluyor… Ama bu Muhacirler (!) burada keyif ve ahlaksızlık içinde yaşarlar. Bunun adı değişti. Buna Muhacir denemez. Ama bu millet hala bu duruma itiraz etmedi, etmiyor. Söylenenler ve konuşulanlar itiraz bile değil. Yukarıda izah ettim.
Başka bir örnek vereyim.

Kafkasya’dan göç eden tüm Çerkes toplumları ile durumu kıyaslıyacak olursak; o dönemki şartları çok kısa değindiğimizde şunları görürüz…

Neredeyse vatanı savunacak genç erkeği kalmamış, savaşlardan bitap düşmüş, her gün vatan topraklarından bir parçasının kaybedildiği hatta Anadolu topraklarının bile yavaş yavaş işgale hazırlandığı bir dönem. Böyle bir devletten bahsediyoruz.

İşte buna rağmen o devlet (Osmanlı) çok mantıklı bir mekanizma ile plan yapıyor ve bu göç edecek olan Müslüman Kafkas halklarını kabul edip belirlediği bölgelere yerleştirerek hem ülke güvenliğini hem de yeni bir üretim kaynağı sağlıyordu. Bu halkların eğitiminden, kültüründen ve medeniyetinden de faydalanacağı şekilde elemeden geçirerek en verimli olacağı yapıyı kurmuştur.

Böyle bir durum ihdas edince elbette başarı da gelmiştir.

Bu arada bir detay daha vermeliyim.

Bu göç eden halkların tamamından 1 tane bile dilenci, eşkıya, yol kesen namussuz çıkmamıştır. Çıksaydı tarih mutlaka bunları vesikalarıyla ballandıra ballandıra yazardı... Buna rağmen cumhuriyetin temel dinamiklerini bile oluşturdular. 

Herkesten önce bayrağı, toprağı, namusu korudular. Üstelik savaştan çıkmış bir millet olmasına rağmen.

Hülasa, sözler de anlamları da değişti. Yukarıda örneklediğim şekilde bir tarafta gerçek kardeşliğin ihdas edildiği ensar ve muhacir ünvanları verilen kişiler ve diğer tarafta burada yazamayacağım tariflerdeki toplumlar. Elbette içlerinde mükemmel insanlar var. Elbette masumlar var. Haşa genelleme yapmak benim haddime değil. Ama ortaya çıkan manzara yani resmin büyüğünü anlatmaya çalışıyorum.

İyiler mutlaka el üstünde tutulacak ve onlara gerçek Muhacir gözüyle bakılacak Ensarlar Anadolu topraklarında çok fazladır.

Ancak millet olarak endişe şu ki. Gelecekte bölgesinin yıldızı olabilecek bu toplum acaba Pakistan’ın düştüğü hataya mı düştü? Bu soru haklı sorudur. Bu bir itiraz değildir.

Şehit vermelerine, işsizliğe neden olmalarına, aşları alınmasına... Rağmen. Hala sevgi ile bakıyorlar. Kimseye hala hişt demiyorlar. Ama sorumluluk sahiplerinin bu konuya bu bağlamda duyarlı baktığını halk bilmek ister. Ülkesinin geleceğini riske atmak istemez bu millet. Dolayısıyla muhacir muhacir olduğunda bu millet Ensarlık yapmaktan geri durmayacaktır. Ama bu günüde yaşananların tehlikesi insan olarak endişe yaratmaktadır. Bunu söylemezsem kendime haksızlık etmiş olurum en basit ifade ile.

Ben konunun uzamanı olmadığımı yukarıda anlattım. Ama güzel kalpli dostlara karşı bir söylem diktası yapmak gibi bir hadsizlik içinde de olmam. Sadece bildiklerimi doğru bir ifade ile dile getirmeye ve bunu sorumlu olduğum çocuklarım başta olmak üzere kendime söyleyerek zihnimi diri tutmayı amaçladım. Umarım yanlış anlaşılmalara mahal vermem.

Not: Bu yazı sadece basit bir karşılaştırma yazısıdır. Aslında yazının daha geniş kapsamlı olması gerekir. Suriye'den göç eden toplumun durumunun analizi, kültürel durumu, geriye dönük 60-80 yıllık durumu (ki bu 3 nesil eder) analiz edilerek bir kıyas stratejisi içerisinde ele alınmalıdır. Bu belki bir tez konusu olacak kadar kapsamlı bir çalışma olmalıdır. Belki ileride bunu yazacak birileri çıkar. 
Onun için bu eksikliklerin bilinerek yazının okunmasını isterim.
Saygılarımla



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TARIMSAL KALKINMA VE KÖYE DÖNÜŞ PROJESİ (2007)

EKONOMİK MİLAT (2020)

GENÇLİK NEREYE GİDİYOR?