BABAM


BABAM

Maalesef tarih yine tekerrürden ibaret olduğunu, kendi dünyamda bir kere daha anlattı bana...

Zannediyorum benden sonra da bu böyle devam edip gidecek.!

Bizden önce bize söylendiği gibi, bizden olanlara da bizler hep söyleyeceğiz;

"Var olan değerlerin kıymetini bilin! Onların soluklarını hep hissedin! Seslerini kulaklarınızdan uzak etmeyin! Dinleyin ne dediklerini, onlardan dua ve iyi dileklerini isteyin…" Diyecek; ama yine belki onlar için de tarih tekerrür edecek, bizde ettiği gibi.

Bugün benim yazdığım şu satırlar gibi; kendi iç dünyamdaki feryatlarım, gözyaşlarım gibi; belki onlar da bir Ahhh! Diyecekler bir gün...

Aslında bu tür şeyler yazılması veya söylenmesi işin sırrını kaybettiriyor zannediyorum. Ama anlatacağın, konuşacağın, içini dökeceğin yerin olmaması veya az olması Yaşama Sarılma Gayreti ve mücadelesi için bunlara yöneltiyor. Benimkini de böyle anlamanızı isterim.

Aslında herkesin gizli kahramanıdır babası. Ben öyle kişiler tanıdım ki; huzurdan bihaber, ayyaş, kumarbaz, huzursuzluk kaynağı babası olmasına rağmen sesini duyduğunda heyecanlanan, hastalığında tir tir titreyen, öldüğünde göz yaşına boğulan... evlatlar tanıyorum. 

Evet, Baba adı üzerinde hayat kaynağı. O öyle bir sır ki; bütün dinlerde anne ile kutsal kabul edilen varlıktır. Hatta bir hadiste; "babanın evladına duası peygamberin ümmetene duası gibidir" der. 

Ben de bu bakış açısıyla kendi dünyamda algıladığım ve gözlemlediğim babamı yazmak istedim. Umarım işin sırrı ve gizemi kaybolmaz. Umarım, ama korkumun varlığını da söylemeden edemiyorum. 

Babam yirmi yaşına henüz girmişken, daha hayatın baharının başında (Bizim geleneklerimize temelden aykırı olmasına rağmen) 18 yaşını dolduramamış birisi ile evlenip daha tam 20 yaşını doldurma arifesinde dünyaya gelmişim. İstanbul üniversitesi Hukuk Fakültesini 1. Olarak kazanmış, aynı üniversitede tıp fakültesini de aynı şekilde kazandığı halde evrakı postadan kayıt tarihinden 6 ay sonra geldiği için gidememiş, müracaat ettiği vekil öğretmenliği kabul edilince öğretmen olarak hayata başlamıştı…

Evlendiği kadın 18 yaşını doldurduğunda resmi nikâh kıydıramamışlar; 18 ni doldurduktan sonra anı olsun diye de bir kere daha gelinlik giyip resim çektirmişler. Ben doğduktan 2 yıl sonra yani bizzat nüfus müdürlüğüne giderek doğum tarihim olarak yazdırmış…

Babam…

10.10.2017 de nikah kıydığı tarihte  (2017 rakamlarının toplamı da 10 ediyor) (Biraz devlet bahçeli hesabına benzedi :) ruhunu teslim ederek hakka yürüdü.

Böyle bir tarih işte. Kim ne anlarsa anlasın. Benim için çok ama çok anlamlı.

İlk çocuğunun doğum tarihini nüfusa yazdırırken kader de bir yerlere başka şekilde yazıyordu o tarihi sanki.

365 gün içinde bir ihtimalin kader tarafından kazındığını elbette bilemezdi babam.

Ve kader tecelli ediyor 10.10.2017 de dünyadan ahirete göçün imzasını atıp gidiyordu. 

Ebedi âleme. 
Asıl bekleyenlerinin yanına. 
Asıl sevdiklerinin yanına..

Babam,

1945-2017

İlkokul öğretmenimdi. Benim gibi yüzlercesinin…

İçesine ellerini tutabilmiş, babacım diyebilmiş olmamanın yarası elbette var bende. Sadece bende yok hemen tüm kardeşlerimizde bu özlem hep oldu. 


Bununla birlikte yapamamışlık hisleri ne kadar da çok iz bırakmış meğer.!

Hayatı kıt kanaat geçti. Cebinde artmış bir parası olduğunu hiç hatırlamıyorum. Ama onun kadar okuyan, zamanı verimli kullanan etrafımda çok az insan gördüm. En çok hatırladığım özelliği hiç kimseye YOK demediğidir. 

Dolayısıyla ona her ulaşan mutlaka ondan bir fayda sağlamıştır şu veya bu şekilde.

Onun en büyük mirası yetiştirdiği öğrencileri idi. En başarısız ve faydasız diyebileceğim öğrencisi benim desem abartmış olmam. Gerçekten bu konuda boşu yok desem az bile olur. Yani sonu kötü olmuş bir öğrencisini hatırlamıyorum.

Hayat disiplinini hep hissettik üzerimizde. Hepimizin en doğru yerde olmamızı elbette istiyordu ama kahrolası çevre faktörü onda da en belirgin şekilde ortaya çıkıyordu. Aşamalı olarak hayat herkesi olgunlaştırır. Babam da kendisini hiç durmadan geliştirmiştir. Yaşına, konumuna bakmadan geriye bakıp gerekiyorsa özür dilemesini bilecek kadar da objektif birisiydi.

Bize bu bağlamda iliklere kadar işlediği söz ve davranışları; yalana tahammülsüzlüğü idi. Bununla birlikte Başımızı eğdirecek bir iş yapmamayı ve aile sadakatini çok önemsediği hayat prensibini işledi hep. 
Bir de “hesabını ödeyemeyeceğiniz yemek davetine gitmeyin” nasihatini hiç unutmuyorum.

Bu konuda bende de yaş kemale erince babama, kalabalık bir aile toplantısında o sözünü hatırlatınca, nedenini kuzeni Lisan amcama anlattırtılmıştı. Dinleyince hak vermiştim J

Canım Babam…

Canımızın içi babam…

Ben en çok bize yaptığı dualarını özleyeceğim. 

Duamızı kaybettik…

Hayatının hiçbir döneminde doğru bildiği yoldan dönmedi.

Ama Donkişotluk da yapmadı.

Çaresizlik içinde çırpınıp durdu...

Vefatından önceki 1 haftada 3 ayrı cenazeye iştirak etti. Her birisi 200-250 km olan yolu kendi sürdüğü araçla gidip gelerek vazifelerini aksatmadı.

Hasretleri vardı, benimle paylaştığı birçok sırrı… 
Benimle mezara gidecek sırları. 
Bunlar bazen gırtlağımı parçalıyor. Haykırasım geliyor her birisine. Ama söz verdim ona, hiç kimseye hissettirmeyecektim.


İçinde yangın vardı. Özellikle bir iki yıldır sönmeyen bir yangın!  Onu önceki çektikleri bu kadar hırpalamamıştı, bu hasret kadar. Ama her şeye rağmen dimdik duruyordu.

Pazar gece 23.00 te aradı beni. O saatlerde hiç aramazdı. İlk defa o kadar geç saatte aramıştı. Ateşim çıkıyor ama ateş düşürücü alınca düşüyor dedi.

Geriye dönük 40 yılı anlattı bana. Bu kadar seri, objektif ve akıcı bir iletişimini hatırlamıyorum. Sonra devamlı dua etti durdu bana, bizlere, torunlarına, hepimize.
Dedim; Baba, bunaldım, ne olur yeter artık. Kızdım biraz. L Dilim kurusaydı da kızmasaydım. 

Yarın hastaneye git bana haber ver dedim…

Olur dedi, ama bu sefer haber vermedi. 

Kendisi gitti hastaneye. Kardeşi (amcam) çağırmış yanına. Ertesi gün öğle yemeği yemiş. Yemekte kendisinin iyi olmadığını ve ayaklarının hızla soğuduğunu anlatırken hem veda etmiş hem de gitmeyi çok istemiş sanki. 

Akşam üzeri yoğun bakıma alındıktan sonra 20.00 de hayata gözlerini yummuş. (Hastane raporunda öyle yazıyor) 10.10.2017.

Dedim ya; herkes gibi ben de babamı kaybettiğim an anladım babasızlığımı. Hala arada bir telefona elim gidiyor bir şey aklıma geldiğinde sormak için. Kaç kere yaptım bunu bilmiyorum, kaç kere telefon elimden düştü bilmiyorum.

Ama nafile. Ulaşamayacağımı anladım artık!

Onu yıkamak bana nasip oldu. Ellerimle toprağa verdim.
Buna rağmen hala arayıp hal hatır sorar gibi heyecanla bekliyorum…

Vefatından 4 ay önce bayramda birlikte gittiğimiz köyümüzdeki mezar ziyaretinde ağlayarak gösterdiği yere defnettik. Hâlbuki kendisine “BABA ORAYI KENDİME AYIRDIM, BENDEN İSTEME” demiştim. Tebessüm edip, daha dur sen demişti. 
Arkadaş gibiydi babadan çok…

Söylediği yerde uğurladık…

Asil bir Çerkez adam nasıl olunduğunu onda gördük biz ve bir daha şahit olduk. Akın akın gelenler arasında yüzlercesi o kadar güzel sözler söyleyerek döndüler ki hiç birisini unutamam. Ama babamı defnettikten sonra yanıma gelen tanıdığım birisi; “oğlum ben 83 yaşındayım. Azmi bizim için çok değerli birisiydi. Bu zamana kadar buralarda böyle bir kalabalık olmadı. Ne kadar iftihar etsen azdır. Merak etme o çok iyi birisi ve ondan hepimiz razıyız” dedi. Burada yazamayacağım çok güzel şeyler daha anlattı. 

Dedim ya başta; gerçek değerler kaybedilince anlaşılır. Biz de anladık ama iş işten geçti.

Bir gün onun acısı mutlaka hafifleyecektir. İnsan olmanın verdiği bir durum bu. Belki daha büyük acılar da yaşayacağız. Ama evlatları olarak bir söz söylemek bana düşer mi bilmiyorum. Ama en azından kendim için birkaç kelam etmek istiyorum.

Öncelikli olarak ona; bana hayatta lazım olacak temel öğretileri öğrettiği için sonsuz teşekkür ediyorum. Onun hayal ettiği bir evlat olamadığımın bilincindeyim. O hep bize hakkını helal ettiğini söyledi ama ben bu hakları helal ettirecek bir evlat olabilmiş değilim. Bunun ezikliğini her zaman yaşıyorum. Ama onunla aramızdaki ve gururla söyleyeceğim tek tesellim “onun bir sırdaşı” olduğumdur.

Hepimizin eksiklerini sakladı,

Canı pahasına hepimizi savundu,

Ama onun derdini anlayamadık. Derdini dert edinemedik. Onu mutlu edemedik. Ama o bunu hiç ama hiç önemsemedi.

Neler yazardım, söylerdim neler… Ama fazlası olmuyor işte.

Bazen aklıma gelmiyor değil; Susuyorum... 
Taşıdığı, taşımak zorunda hissettiği dertlerinden kurtuldu, diyorum. Orada karşılayacak dostları ile bizleri beklerler belki. 

Vefatı ile alakalı en çok da şuna mutlu oluyorum. Kimseye "eyvallah" diyecek muhtaçlık yaşamadan, kimsenin bakımına muhtaç olmadan, sanki görerek ve bilerek gitti...

Nazlı Babam...

Daha 1 yılı dolmadan ne kadar çok ihtiyaç duyuyorum anlatamam. 52 yaşını doldurmuş olmama rağmen çok ama çok arıyorum. Hasretle, özlemle arıyorum.

Zannediyorum bu azalmayacak.

Ne büyük bir birleştirici unsurmuş meğer.

Ah be babam, sana anlatacak çok sözümüz kaldı.

Son 2 yıla yakın içinden geçenleri günlük halinde not etmiş. Neler yazmış neler…

Sessizliğin bir feryadı olurmu bilmiyorum. Ama öyle bir feryat ki anlatamam.

O notların arasında “Eski Dostlar” şarkı sözünü de yazmış… Arada bir rastladığında dinliyormuş meğer. 

Yüreğine sığdıramadığı başka şeyler de yazmış. Gün be gün.

(Eğer şartlar uygun olup zamanım da el verirse bunları içeren bir şeyler yazmak isterim. Hem onun adına bir anı olur)

Evlatları olarak ona layık olmaya gayret edeceğiz. En azından ben bunun sözünü veriyorum. 

Allah mekânını cennet etsin canımız Babam. 

Ruhun Şad Olsun. 

Lütfen bizleri yalnız bırakma o ter temiz ruhunla. Ne olur! Çok ihtiyacımız var buna. Hem de bütün evlatlarının buna ihtiyacı var. 

Hem de şu günlerde. 

Canım Babam…


Sizler, bir Fatiha da olsa okumanızı istirham ediyorum.

10.10.2018


Yorumlar

  1. Erdal hocam Bir yasîn,3ihlas bir Fatiha okudum mevla kabul buyursun Allah rahmet eylesin,sizlerede Rabbim sabrı Cemil versin.yaziyi okudum ve çok etkilendim,measselam

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

TARIMSAL KALKINMA VE KÖYE DÖNÜŞ PROJESİ (2007)

EKONOMİK MİLAT (2020)

GENÇLİK NEREYE GİDİYOR?